Karluk Batı Hakanlığı - Oğuzlar, Selçuklular
Sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Karluklar hükümranlıklarını Göktürklerin Batı Hakanlığı'nın topraklarını kapsayacak şekilde genişlettiler. Doğu Hakanlığı'nın toprakları Kırgızlar tarafından harap edildiğinde, birlikleri Seyhun Nehri kıyılarına, Aral Gölü'ne ve Hazar Denizi'ne kadar uzandı.
Çin yıllıkları burada Karlukları burdan sonra yazmıyor. Karlukların doğuda kısa bir süre sonra ''Türkmen'' adıyla anılmaya başlanan bu batı kanadı arasında kökenlerinden ve tarihlerinden dolayı Osmanlılarla bağları olan Oğuzları ve Selçukları kolayca ayırt edebiliriz.
Oğuzlar söz konusu dönemde Ceyhun ve Seyhun arasındaki toprakları işgal etmişlerdi. Burada İranlılarla ve Araplarla sürekli düşmanlık içinde yaşıyorlardı. Bu savaşlar ise ancak 9.yüzyıl sonlarında doğru İranlı Samani hanedanı, Oğuzların topraklarına sınır olan Maveraünnehir bölgesini işgal ettikten sonra önem kazandı. Önceleri sanki Samaniler daha güçlü gibi gözüküyordu. Daha sonra ise Oğuzlar Samanilerin içteki mücadelelerini kendi lehlerine çevirmeyi başardılar ve böylece bir o tarafın, bir diğer tarafın yanında yer alarak, Maveraünnehir'de belirleyici bir üstünlük kazandılar. 999 yılında Buğra Han Harun, Buhara'yı aldı ve bir müddet sonra (1018) haleflerinden biri olan, Şerefü'd-devle lakaplı Nasır İlig Han, Ceyhun Nehri'nin diğer tarafındaki toprakların hepsini ilhak etti. İşte burada Oğuzlar ve Selçukluların tarihi kesişmiştir.
Din hakkında da birkaç bilgi vermemiz gerekirse, dört element olan ateş, hava, su ve toprağı kutsal kabul ediyorlardı. Hun hanları, tıpkı Çin imparatorları gibi, "Gökyüzünün oğulları" (Tengri-kutu) olarak adlandırıyorlardı ve "Toprak Tanrısı" (Po-Tengri) Göktürklerde özel kurbanlar ve bayramlarla yüceltiliyordu.
Görünüşe göre zamanla tek Tanrı kavramı iyice yerleşti. Çin ve İran arasındaki Türk boyları arasında ise Budizm yayılmıştı. Uygurlar zamanında çok erken olarak kök salmış ve Çinlilerin himayesinde özel muamele görmüştür. Maveraünnehir'de yerleşik Oğuzlar da bundan nasibini almıştı.
Müslümanlarla ilk temas eden ve İslam hakkında bilgi edinenler şüphesiz Oğuzların Maveraünnehir'deki yerleşik boylarıydı. Dokuzuncu yüzyılda Araplar ve İranlılar tarafından çok sayıda Türk köle olarak İran'a götürülmüşlerdi. Çünkü İslam'a geçtikleri takdirde, devlet kadrolarında yüksek mevkilere gelebilecekleri için, İslam'ı kabulleri kolay olmuştur. Şunu belirtmeliyim ki göçebe halklarda geleneksel dinlerin zayıf olduğunu görüyoruz.
Onuncu yüzyıl başlarından itibaren hızlı bir gelişim göstermişti. Milattan sonra 960 yılında Oğuz Hanı Saltuk (Salue) Han 2 bin aile ile birlikte İslam'a geçmiştir. O tarihten itibaren Çanak Han veya Kara Han adını taşımaya başladı ve "Türkmen" adının oluşumu da Türkler tarafından bu olaya dayandırılmaktadır. Şöyle ki, bu adı sadece "Türk" ve "İman" sözcüklerinin bir bileşimi olarak görmektedirler. Buna göre Türkmenlere göre henüz İslam'a geçmeyen soydaşlarından farklı olarak
İslam'a geçen Türklerdir. Ne var ki bu İslam'a geçiş Kara Han yönetime geldikten sonra hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Yavaş gerçekleşen genişleyiş detaylı olarak takip edilememektedir. Gönüllü olarak gerçekleşmediği takdirde muhtemelen zorla gerçekleştirilmiştir.
Selçukluların Asya'daki imparatorluğu kurulduktan kısa bir süre sonra iki esas kola ayrıldı. Bunlardan İran Selçuklu Devleti, İran ve Bağdat Halifeliği'ni, Türkiye Selçuklu Devleti ise Anadolu ve Bizans İmparatorluğu'nun Asya'daki eyaletlerini kapsıyordu. İran Selçuklu Devleti amacımıza biraz daha uzak ta olsa, daha geç ortaya çıkan Türkiye Selçuklu Devleti'nin kökünü oluşturduğu ve gölgesinde Osman Gazi'nin hanedanı, yani üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun kurucusu hiç farkettirmeden güç, büyüklük ve itibar kazandığı için burada gözardı edemeyiz.
Bir Türk boyu olan Gaznelilerin Horasan'da Sultan Mahmud yönetiminde hükümdarlıklarının zirvesine ulaştıkları ve Buğra Han Buhara'yı Oğuzların merkezi haline getirdiği bir dönemde, yani 10.yüzyılın sonlarına doğru, batıya sürülen Karlukların henüz zayıf ama savaşçı ve yiğit bir göçebe topluluğu olan Selçuklular, otağlarını Buhara yakınlarında Nur Buhara diye adlandırılan bir yere kurmuşlardı. Adını bu boya veren Selçuk Bey, burada başlangıçta akrabalık bağı olan Oğuz beyleriyle iyi ilişkiler içinde yaşadı ama çıkan anlaşmazlıklar sonucu onlardan ayrıldı ve Buhara'dan Cend'e geri dönerek, burada üç oğlu Mikail, Arslan ve Musa ile birlikte Buhara'daki güçlü soydaşlarıyla aralarında olan düşmanlık devam ederken, hanedanının çok kısa bir süre sonra İran'ın büyük bir kısmını alacak şekilde genişletti. Bu büyümenin gelişmesinin ilk kısımlarını takip etmemiz çok zordur.
En iyi bildiğimiz şey Gazneli Mahmud'un 1025 yılında Selçukluları Horasan'a yerleştirme isteğidir. Gazneli Mahmud anlaşılan Selçukluları yardımcı kıtalara yerleştirerek stratejik olarak kullanmak istiyordu. Fakat Selçuklular yeni müttefiklerinin isteğine boyun eğmeyecek kadar güçlerinin farkındaydı ve özgürlük bilinçleri vardı. Zira Ceyhun Nehri'ni geçer geçmez, çeteler halinde çevreye akın ettiler ve her yeri talan ettiler. Isfahan, Maraga, Hemedan ve Musul'a kadar ilerlediler, Büveyhileri rahatsız ettiler ve Gazneliler ile kanlı bir mücadeleye giriştiler. Selçukluların ganimete yönelik bu akınları çok ağır sonuçlar doğurmamıştır. Ta ki Tus valisinin Selçukluları sürme isteği onları kışkırtarak 1037 yılında başta bu şehir olmak üzere Nişabur ve Herat'ı işgal edip, Gaznelilere büyük bir hezimet yaşatana kadar. İran Selçuklu Devleti bu tarihten sonra zeminini sağlamlaştırdı. Selçuk Bey'in torunu Tuğrul Bey, ilk Selçuklu Sultanı ilan edildi ve Nişabur'da Gaznelilerin tahtında çıktı. Selçuklu - Gazne Savaşları 1035 Nesa, 1038 Serahs ve 1040 Dandanakan savaşlarıdır.
Güçsüz Halife el-Kaim bi-Emrillah tarafından Gaznelilere karşı Tuğrul Bey yardıma iştirak etmiştir ve bu yardımdan sonra hükümdarlığını Horasan'ın tamamına yaydı ve Selçukluların yan kollarına Kirman,Tabaristan, Sicistan, Herat ve Kürdistan'a doğru yayılırken, 1042 yılında Bağdat'ı ve Harizm bölgesini ele geçirdi, Cibal'e girdi, o zamanlar Büveyhilerin elinde olan Hemedan ve Rey'i zapt edip, tahkim ettirdi ve silahlarını Hulvan'a kadar taşıdı.
BÜVEYHİLER SINIRLARI
Bizanslılarla yaptıkları ilk savaşlarda Konstantinos Monomakhos'un birliklerine karşı başarılı olamayan Tuğrul Bey, 1050 yılında silahlarını yine güneye çevirdi. 1051'de Büveyhilerin elinden İran'ın başkenti Isfahan'ı aldı ve saltanatının merkezi haline getirdi. 1055 yılında Büveyhilerin son hükümdarını hapse attırmıştır. Tuğrul Bey, hayatının son yıllarını içteki asilerle savaşarak ve Doğu Roma imparatorluğu'nun doğu eyaletlerine sefer yaparak geçirdi. 1063 yılında halifenin genç kızıyla evlendikten sonra 75 yaşında öldü.
ALPARSLAN DÖNEMİ
Tuğrul Bey'den sonra yeğeni Alparslan Selçuklu hükümdarı oldu. Birliklerini Kilikya, Kapadokya ve Frigya'ya kadar gönderdi. Kayseri'ye saldırıp yağmaladı, geçtiği toprakları harap etti ve Roman Diyojen'in 1071 yılında 100 bin piyade ve süvari birliğini hezimete uğrattı. Bu tarihe "Malazgirt Zaferi" olarak geçmiştir. Roman Diyojen'i esir almıştır ve ona iyi davranmıştır. Daha sonra bir milyon altın ve ayrıca haraç olarak her yıl 160 bin altın ödemeye mecbur edene kadar değil, hala Bizans İmparatorluğu'nda esir olarak bulunan askerlerini de karşılıksız geri verene kadar serbest bırakmadı. Ancak Romen Diyojen'in yokluğunda Konstantiniyye'de Mihail Parapinakes'e Doğru Roma'nın mor kaftanı yani hükümdarlığını kazandıran taht değişikliği, bahtsız imparatoru Alparslan'a karşı görevlerini yerine getirmekten alıkoymuştur. Daha yoldayken Ermenistan kralının eline düşer ve gözlerine mil çekiliyor. Kısa bir süre sonra da hayata veda etmiştir.
ALPARSLAN
Alparslan, 200 bin atlının başında Ceyhun Nehri'ni geçti ve seferini tam Barzam Kalesi'ni ele geçirerek açmıştı ki, kalenin öfekli Harizmli komutanı Yusuf Harizmi'nin hançeriyle ölümcül bir yara aldı ve henüz büyük umutlarla dolu olarak 1072 yılında hayata veda etti. Sadece dokuz yıl altı ay süren hükümdarlığı sırasında adını her bölgeye duyurmuş ve bunun dışında yiğit, asil, adil ve ılımlı bir hükümdar olarak tarihte yerini almıştır.
MELİKŞAH DÖNEMİ
MELİKŞAH(1055-1092)
Alparslan'ın oğlu olan Melikşah amcasıyla giriştiği mücadelenin galibi olarak saltanatını sağlamlaştırmıştır. En sadık hizmetkarı olan veziri Nizamülmülk aracılığıyla Alparslan'ın halefi ilan edildi ve Bağdat halifesinden kabulüyle birlikte Celalü'd-devle, yani devletin ve dinin celali ünvanını aldı. Halife el-Kaim bi-Emrillah'ın 1075 yılında ölümü üzerine Bağdat'a yeni bir halife tayin etmiştir. Komutanları, Halep ve Şam'ı işgal etti, o dönemlerde henüz belirli bir bağımsızlığa sahip olan ve sürekli kavga içerisinde yaşayan emirleri hakimiyetini kabul etmeye zorladı ve kendini Horasan hükümdarı ilan etmek isteyen kardeşi Tutuş'a karşı başarıyla mücadele etti. Melikşah'ın hükümdarlığı kadar veziri Nizamülmülk'ün yaptığı icraatlar da çok önemlidir. Bu dönem İran Selçuklu Devleti'nin en dikkate değer dönemlerinden birini teşkil eder. Medreseler kurmuş, araştırma kurumları açmıştır. Özellikle "Nizamiyye" adını verdiği Bağdat'taki medrese uzun bir süre Müslümanlar tarafından daha sonra kurulan medreseler için bir model teşkil etmiştir. Ayrıca şairlerin ve bilginlerin de en etkin hamilerinden birisiydi. Bir tarih ve bir Siyasetname gibi birkaç kusursuz eser telif etmiş olarak bunların arasında itibarlı bir yer edindi. Nizamülmülk içerisinde olmak istemediği bazı hanedan tartışmalarında kötü iddialar yüzünden Melikşah'ın gözünden düştü ve 1092 yılında bir Haşşişi'nin hançeriyle vefat etti.
NİZAMÜLMÜLK (1018 - 1092)
Melikşah da bu korkunç olaydan sonra çok uzun bir ömür sürmemiştir. Aynı yıl içinde hayatının 39.yılında hayatını kaybetti. Selçuklu'nun sınırlarının en geniş olduğu dönem Melikşah dönemidir.
BERKYARUK DÖNEMİ VE TAHT ÇATIŞMALARI
Melikşah'ın dört oğlunun en büyüğü olan Berkyaruk, kardeşlerine karşı yürüttüğü bir dizi mücadelede babasının tahtına çıkmayı başarmış olmakla birlikte, kendisini bu büyük imparatorluğun yükünü tek başına taşıyabilecek kadar güçlü hissetmiyordu. Berkyaruk, 1097 yılında Horasan'ı bu yüzden kardeşi Sencer'e ve kısa bir süre sonra Harzem'i Harizm şahlarının atası Muhammed bin Anuştigin Garça'ya verdi ve kardeşleriyle bir amansız mücadeleden sonra imparatorluğun doğudaki toprakları Azerbaycan'ı ve Irak'ı da 1103 tarihinde yapılan barışın bedeli olarak en küçük kardeşi Mehmed'e bırakmak zorunda kaldı.
MEHMED TAPAR
Berkyaruk'un 1104 yılında ölümünden sonra Selçuklu ünvanını alan Mehmed Tapar, hareketli saltanatının en büyük bölümünü rakiplerine ve vasallarına, aynı soydan gelen Konya sultanlarına ve daha o dönemlerde imparatorluğun tam göbeğinde korkunç bir güce erişen Haşşişilere karşı mücadelelerle geçirdi. Çoğunlukla başarılı bile olsa, bu mücadelelerle kendi gücünü öylesine zayıflattı ki, aynı dönemde batıdan gelerek Suriye'ye zapteden Haçlılara karşı çok zayıf bir direnç gösterebilmiştir. 1118 yılında hayata veda etti ve her yönden tehdit altındaki imparatorluğu ancak kısa bir süre tahtta kalmayı başaran 14 yaşındaki oğlu Ebu'l Kasım Mahmud'a bıraktı.
SENCER HAN
Sencer Han, kardeşinin ölümünü haber aldıktan sonra kendini sultan ilan ettirdi, güçlü bir orduyla İran'a girdi, Mahmud'u Rey'de kanlı bir muharebede geri püskürttü ve İran'ın küçük bir bölümüyle babasından miras kalan egemenliğin sadece bir gölgesini kazandıran bir barışı kabul etmeye zorladı. Mahmud, bundan böyle Irak'ta amcasının hakimiyeti altında, Musul'un ve Azerbaycan'ın sahibi olan ve aynı zamanda sultan ünvanını taşıyan kardeşi Mesud'la, Suriye'deki Haçlılarla ve ısrarla direndikten sonra, güçlü bir haraç vermeye ve bütün silahlarını teslim etmeye zorladığı Bağdat Halifesi Müsterşid ile sürekli mücadele halinde 13 yıl hüküm sürdü. Mahmud, 1131 yılında vefat etmiştir.
Kardeşinin ölümünden sonra Mesud, Irak'ta hüküm sürmeye başladı ve 1138 yılında kızkardeşi Fatıma'yı Bağdat halifesi ile evlendirerek bu mücadeleleri sona erdirip, karşılığında kazancını ve hükümdarlığıunın işareti olarak adının hutbelerde okunması şerefine erişene kadar halifeye karşı mücadele etti. Fakat Mesud da bu hükümdarlığı sadece Selçuklu Devleti'nin asıl sultanı, yani sultanların sultanı olarak kabul edilen ve Hindistan'ın kuzey sınırında Gur boyundan Behram Şah'a karşı zafer kazanan ve Maveraünnehir'de başkaldıran Semerkand'ı tekrar teslim olmaya zorlayan amcası Sencer Han'ın himayesi altında yürüdü.
Sencer Han 1141 yılında Karahıtaylara (Kitanlar) karşı Maveraünnehir sınırında savaşınca yüzüne gülmemiştir. Korkunç bir savaşta ordusunun sırf ordusunun tamamını değil, bütün eşyalarını ve haremini de kaybetti. Birkaç sadık adamıyla beraber Horasan'a kaçabildi. Bir süre sonra Harizm ihanetini unutmayan Sencer Han Harizm'e girdi ve Harizm Şahı'nı hakimiyeti altına almıştır.
Karahitaylar Moğol kökenli bir kavim
Sencer Han'ın ve Selçuklu Devleti'nin birkaç yıl sonra Oğuzlara karşı aldığı yenilgi tabiri caizse bir hezimettir. Oğuzlar, Karahıtaylar tarafından Kaşgar'dan Horasan'a doğru sürülen ve Bizanslılar tarafından Uz veya Türkmen olarak adlandırılan bir topluluktur. Oğuzlar, bir süreden beri Belh yakınlarında barış içinde yerleşik bir hayat sürüyor ve sadece sürüleriyle ilgilenerek Selçuklu sultanlarına haraç ödüyorlardı, ta ki yönetme hırsıyla yanıp tutuşan Belh Valisi Emir Kamaç 10 bin kişilik bir ordunun başında Oğuzlara saldırdı, Oğuzlar korkunun da verdiği inanılmaz bir savunma ile bir kaç saat içinde valinin ordusunu yok etmiştir. Bu hiddet sadece savaşı kazanmak ile bitmemişti, komşu eyaletlere saldırdılar, yaktılar, yıktılar, savunmasız halka öfkelendirilen barbarlar gibi her türlü şeyi yaptılar. Sencer şah birkaç hafta sonra 100 bin askerle birlikte Belh'e geldi ve yapılanların karşılığını istedi. Barışçıl bir çözüm için başlatılan görüşmeler sonuçsuz kaldı. Oğuzlar barışın bedeli olarak köleler ve büyük paralar teklif ettiler fakat Sencer Şah nihai kararın silahlarla belirlenmesini istedi. Sencer Şah'ın ordusu Oğuzlar tarafından yok edilirken, Sencer Şah kaçmak için zaman bile bulamadı. Dört yıl süren bir esaret boyunca kaderin acımasızlığını hissettiren en amansız düşmanlarına karşı kaybetmiştir. Horasan bu süre içerisinde Oğuzların saldırısına maruz kaldı. Nişabur ve başka birçok önemli şehir Oğuzların hakimiyetine girdi. Talanlar korkunç oldu, Oğuzlar Türklerin henüz İslam'a geçmemiş boylarına aittiler ve bu yüzden Peygamber Hz. Muhammed'e inananları ateşle ve kılıçla putperestliğe döndürmek için gönderildiklerine inanıyorlardı. Sencer Şah'ın en kararlı emirleri ordunun kalanını toplamayı sonunda başarmış ve en azından Nişabur, Tus, Nisa, Rey ve diğer şehirlerin birçoğunu işgalden kurtarmışlardır. Sencer Şah intikamını alamadan Merv'e döner dönmez 73 yaşında ölmüştür.
Sencer Şah'la birlikte İran Selçuklu Devleti'nin ihtişamı ve büyüklüğü bir daha geri dönmemek üzere yok oldu. Bu tarihten sonra artık düzensiz ve küçük beylikler imparatorluğun topraklarında üremeye başlamıştır. Selçukluların İran'da sultan ünvanını taşıyan son hükümdarı, Selçuklu Devleti'nin kurucusu gibi Tuğrul adını taşıyordu ve iktidarı ellerine geçirmelerinden yaklaşık 158 yıl sonra 1195 yılında hayata veda etti.
İRAN SELÇUKLU HİMAYESİNDEN SONRAKİ DURUM
Selçukluların hakimiyeti altındaki toprakların en büyük bölümü o tarihten itibaren önce Harizm, İran'ın tamamı ve Suriye ile Anadolu'nun büyük bir bölümü Moğolların eline geçene kadar, egemenlikleri neredeyse Suriye'nin tamamına ve Anadolu'nun büyük bir bölümüne yayan Harizmşahların eline geçti. Aynı Moğol istilası daha sonra, tarihsel gelişimine asıl amacımıza uygun olarak daha geniş bir yer ayıracağımız Osmanlıların ilk dönemlerine ait tarihine giden yolu bulmak için kökenlerini araştıracağımız Türkiye Selçuklu Devleti'ni de vurdu.
Moğollar ileri yazılarımızda ele alacağımız bir topluluk ve gerçekten Dünya'nın gördüğü en başarılı savaşçılardı çok ayrıntılı olmamakla beraber ele alacağız.
Selçukluların bu yeni kolunun başını Anadolu'yu alacak şekilde genişleten atası, İsrail Bey'in oğlu ve Selçuk Bey'in torunu Kutalmış'tı. Alparslan'ın 1064 yılında İran'daki hükümdarlık yılları sırasında Selçuklu Devleti'nin batıdaki bölgelerinde bağımsız olarak ortaya çıkmaya çalışmış Rey önlerinde Alparslan'ın iştirak ettiği mücadelede yenilince, kaçarken hayatını kaybetmiştir.
NOT
Konumuza burada noktayı koyarken bir dahaki yazımızda Anadolu Selçuklularını ele alacağız. Osmanlıya doğru yavaş yavaş o zamanın tarihini özetleyerek gelmekteyiz. Kaynak olarak kullandığım Zinkeisen, Osmanlı Tarihi adlı mükemmel külliyat, gerçekten çok ayrıntılı ve sıralı bilgileri çok iyi kullanarak konuları ele almaktadır. İlber Ortaylı hocamızın ve gerçek tarihle uğraşan yetenekli hocalarımızın Osmanlı konusunda kaynak olarak önerdiği sayılı kaynaklardan biridir. Hammer, Jorga gibi büyük Osmanlı Tarihçilerinin de külliyatlarını ele alacağız merak etmeyin. Buna göre de karşılaştırmalı tarih yapabilir ve metodolojinizi geliştirebilirsiniz. Ayrıca Ortaylı, İnalcık, Uzunçarşılı gibi büyük hocalarımızın kaynaklarını da kullanacağız.
Kitapların notlarını ele alırken son derece dikkatli okuduğumu ve benim de çok şey öğrendiğimi ayrıca objektif bir dil kullanarak kesinlikle siyasi veya dini olarak herhangi bir saptırma kullanmadığımı biliniz ve içiniz son derece rahat bir şekilde yazılarımı okuyunuz. Unutmayın ki Tarih ya yazıdan önce olduğu gibi materyallere, eşyalara, kalıntılara dayalı olduğu gibi yazıdan sonra da o dönemin yazıtlarına, kitaplarına, kesinliği net olan bilgilere dayanır. Ve kesinliği olmayan bilgileri de belirtir arkadaşlar. Keyifli okumalar, bilgiyle ve sevgiyle kalın.
KAYNAKÇA: ZİNKEİSEN, OSMANLI İMPARATORLUĞU TARİHİ 1.CİLT
ENG WİKİPEDİA
Çin yıllıkları burada Karlukları burdan sonra yazmıyor. Karlukların doğuda kısa bir süre sonra ''Türkmen'' adıyla anılmaya başlanan bu batı kanadı arasında kökenlerinden ve tarihlerinden dolayı Osmanlılarla bağları olan Oğuzları ve Selçukları kolayca ayırt edebiliriz.
GÖKTÜRK BAYRAĞI
Oğuzlar söz konusu dönemde Ceyhun ve Seyhun arasındaki toprakları işgal etmişlerdi. Burada İranlılarla ve Araplarla sürekli düşmanlık içinde yaşıyorlardı. Bu savaşlar ise ancak 9.yüzyıl sonlarında doğru İranlı Samani hanedanı, Oğuzların topraklarına sınır olan Maveraünnehir bölgesini işgal ettikten sonra önem kazandı. Önceleri sanki Samaniler daha güçlü gibi gözüküyordu. Daha sonra ise Oğuzlar Samanilerin içteki mücadelelerini kendi lehlerine çevirmeyi başardılar ve böylece bir o tarafın, bir diğer tarafın yanında yer alarak, Maveraünnehir'de belirleyici bir üstünlük kazandılar. 999 yılında Buğra Han Harun, Buhara'yı aldı ve bir müddet sonra (1018) haleflerinden biri olan, Şerefü'd-devle lakaplı Nasır İlig Han, Ceyhun Nehri'nin diğer tarafındaki toprakların hepsini ilhak etti. İşte burada Oğuzlar ve Selçukluların tarihi kesişmiştir.
(819 - 999 Samani Hanedanı)
Din hakkında da birkaç bilgi vermemiz gerekirse, dört element olan ateş, hava, su ve toprağı kutsal kabul ediyorlardı. Hun hanları, tıpkı Çin imparatorları gibi, "Gökyüzünün oğulları" (Tengri-kutu) olarak adlandırıyorlardı ve "Toprak Tanrısı" (Po-Tengri) Göktürklerde özel kurbanlar ve bayramlarla yüceltiliyordu.
Görünüşe göre zamanla tek Tanrı kavramı iyice yerleşti. Çin ve İran arasındaki Türk boyları arasında ise Budizm yayılmıştı. Uygurlar zamanında çok erken olarak kök salmış ve Çinlilerin himayesinde özel muamele görmüştür. Maveraünnehir'de yerleşik Oğuzlar da bundan nasibini almıştı.
Müslümanlarla ilk temas eden ve İslam hakkında bilgi edinenler şüphesiz Oğuzların Maveraünnehir'deki yerleşik boylarıydı. Dokuzuncu yüzyılda Araplar ve İranlılar tarafından çok sayıda Türk köle olarak İran'a götürülmüşlerdi. Çünkü İslam'a geçtikleri takdirde, devlet kadrolarında yüksek mevkilere gelebilecekleri için, İslam'ı kabulleri kolay olmuştur. Şunu belirtmeliyim ki göçebe halklarda geleneksel dinlerin zayıf olduğunu görüyoruz.
Onuncu yüzyıl başlarından itibaren hızlı bir gelişim göstermişti. Milattan sonra 960 yılında Oğuz Hanı Saltuk (Salue) Han 2 bin aile ile birlikte İslam'a geçmiştir. O tarihten itibaren Çanak Han veya Kara Han adını taşımaya başladı ve "Türkmen" adının oluşumu da Türkler tarafından bu olaya dayandırılmaktadır. Şöyle ki, bu adı sadece "Türk" ve "İman" sözcüklerinin bir bileşimi olarak görmektedirler. Buna göre Türkmenlere göre henüz İslam'a geçmeyen soydaşlarından farklı olarak
İslam'a geçen Türklerdir. Ne var ki bu İslam'a geçiş Kara Han yönetime geldikten sonra hızlı bir şekilde gerçekleşmiştir. Yavaş gerçekleşen genişleyiş detaylı olarak takip edilememektedir. Gönüllü olarak gerçekleşmediği takdirde muhtemelen zorla gerçekleştirilmiştir.
Selçukluların Asya'daki imparatorluğu kurulduktan kısa bir süre sonra iki esas kola ayrıldı. Bunlardan İran Selçuklu Devleti, İran ve Bağdat Halifeliği'ni, Türkiye Selçuklu Devleti ise Anadolu ve Bizans İmparatorluğu'nun Asya'daki eyaletlerini kapsıyordu. İran Selçuklu Devleti amacımıza biraz daha uzak ta olsa, daha geç ortaya çıkan Türkiye Selçuklu Devleti'nin kökünü oluşturduğu ve gölgesinde Osman Gazi'nin hanedanı, yani üç kıtaya yayılan bir imparatorluğun kurucusu hiç farkettirmeden güç, büyüklük ve itibar kazandığı için burada gözardı edemeyiz.
Bir Türk boyu olan Gaznelilerin Horasan'da Sultan Mahmud yönetiminde hükümdarlıklarının zirvesine ulaştıkları ve Buğra Han Buhara'yı Oğuzların merkezi haline getirdiği bir dönemde, yani 10.yüzyılın sonlarına doğru, batıya sürülen Karlukların henüz zayıf ama savaşçı ve yiğit bir göçebe topluluğu olan Selçuklular, otağlarını Buhara yakınlarında Nur Buhara diye adlandırılan bir yere kurmuşlardı. Adını bu boya veren Selçuk Bey, burada başlangıçta akrabalık bağı olan Oğuz beyleriyle iyi ilişkiler içinde yaşadı ama çıkan anlaşmazlıklar sonucu onlardan ayrıldı ve Buhara'dan Cend'e geri dönerek, burada üç oğlu Mikail, Arslan ve Musa ile birlikte Buhara'daki güçlü soydaşlarıyla aralarında olan düşmanlık devam ederken, hanedanının çok kısa bir süre sonra İran'ın büyük bir kısmını alacak şekilde genişletti. Bu büyümenin gelişmesinin ilk kısımlarını takip etmemiz çok zordur.
DANDANAKAN ZAFERİ BENZETİMİ
En iyi bildiğimiz şey Gazneli Mahmud'un 1025 yılında Selçukluları Horasan'a yerleştirme isteğidir. Gazneli Mahmud anlaşılan Selçukluları yardımcı kıtalara yerleştirerek stratejik olarak kullanmak istiyordu. Fakat Selçuklular yeni müttefiklerinin isteğine boyun eğmeyecek kadar güçlerinin farkındaydı ve özgürlük bilinçleri vardı. Zira Ceyhun Nehri'ni geçer geçmez, çeteler halinde çevreye akın ettiler ve her yeri talan ettiler. Isfahan, Maraga, Hemedan ve Musul'a kadar ilerlediler, Büveyhileri rahatsız ettiler ve Gazneliler ile kanlı bir mücadeleye giriştiler. Selçukluların ganimete yönelik bu akınları çok ağır sonuçlar doğurmamıştır. Ta ki Tus valisinin Selçukluları sürme isteği onları kışkırtarak 1037 yılında başta bu şehir olmak üzere Nişabur ve Herat'ı işgal edip, Gaznelilere büyük bir hezimet yaşatana kadar. İran Selçuklu Devleti bu tarihten sonra zeminini sağlamlaştırdı. Selçuk Bey'in torunu Tuğrul Bey, ilk Selçuklu Sultanı ilan edildi ve Nişabur'da Gaznelilerin tahtında çıktı. Selçuklu - Gazne Savaşları 1035 Nesa, 1038 Serahs ve 1040 Dandanakan savaşlarıdır.
GAZNELİ MAHMUD
BÜVEYHİLER SINIRLARI
Bizanslılarla yaptıkları ilk savaşlarda Konstantinos Monomakhos'un birliklerine karşı başarılı olamayan Tuğrul Bey, 1050 yılında silahlarını yine güneye çevirdi. 1051'de Büveyhilerin elinden İran'ın başkenti Isfahan'ı aldı ve saltanatının merkezi haline getirdi. 1055 yılında Büveyhilerin son hükümdarını hapse attırmıştır. Tuğrul Bey, hayatının son yıllarını içteki asilerle savaşarak ve Doğu Roma imparatorluğu'nun doğu eyaletlerine sefer yaparak geçirdi. 1063 yılında halifenin genç kızıyla evlendikten sonra 75 yaşında öldü.
ALPARSLAN DÖNEMİ
Tuğrul Bey'den sonra yeğeni Alparslan Selçuklu hükümdarı oldu. Birliklerini Kilikya, Kapadokya ve Frigya'ya kadar gönderdi. Kayseri'ye saldırıp yağmaladı, geçtiği toprakları harap etti ve Roman Diyojen'in 1071 yılında 100 bin piyade ve süvari birliğini hezimete uğrattı. Bu tarihe "Malazgirt Zaferi" olarak geçmiştir. Roman Diyojen'i esir almıştır ve ona iyi davranmıştır. Daha sonra bir milyon altın ve ayrıca haraç olarak her yıl 160 bin altın ödemeye mecbur edene kadar değil, hala Bizans İmparatorluğu'nda esir olarak bulunan askerlerini de karşılıksız geri verene kadar serbest bırakmadı. Ancak Romen Diyojen'in yokluğunda Konstantiniyye'de Mihail Parapinakes'e Doğru Roma'nın mor kaftanı yani hükümdarlığını kazandıran taht değişikliği, bahtsız imparatoru Alparslan'a karşı görevlerini yerine getirmekten alıkoymuştur. Daha yoldayken Ermenistan kralının eline düşer ve gözlerine mil çekiliyor. Kısa bir süre sonra da hayata veda etmiştir.
ALPARSLAN
Alparslan, 200 bin atlının başında Ceyhun Nehri'ni geçti ve seferini tam Barzam Kalesi'ni ele geçirerek açmıştı ki, kalenin öfekli Harizmli komutanı Yusuf Harizmi'nin hançeriyle ölümcül bir yara aldı ve henüz büyük umutlarla dolu olarak 1072 yılında hayata veda etti. Sadece dokuz yıl altı ay süren hükümdarlığı sırasında adını her bölgeye duyurmuş ve bunun dışında yiğit, asil, adil ve ılımlı bir hükümdar olarak tarihte yerini almıştır.
MELİKŞAH DÖNEMİ
MELİKŞAH(1055-1092)
Alparslan'ın oğlu olan Melikşah amcasıyla giriştiği mücadelenin galibi olarak saltanatını sağlamlaştırmıştır. En sadık hizmetkarı olan veziri Nizamülmülk aracılığıyla Alparslan'ın halefi ilan edildi ve Bağdat halifesinden kabulüyle birlikte Celalü'd-devle, yani devletin ve dinin celali ünvanını aldı. Halife el-Kaim bi-Emrillah'ın 1075 yılında ölümü üzerine Bağdat'a yeni bir halife tayin etmiştir. Komutanları, Halep ve Şam'ı işgal etti, o dönemlerde henüz belirli bir bağımsızlığa sahip olan ve sürekli kavga içerisinde yaşayan emirleri hakimiyetini kabul etmeye zorladı ve kendini Horasan hükümdarı ilan etmek isteyen kardeşi Tutuş'a karşı başarıyla mücadele etti. Melikşah'ın hükümdarlığı kadar veziri Nizamülmülk'ün yaptığı icraatlar da çok önemlidir. Bu dönem İran Selçuklu Devleti'nin en dikkate değer dönemlerinden birini teşkil eder. Medreseler kurmuş, araştırma kurumları açmıştır. Özellikle "Nizamiyye" adını verdiği Bağdat'taki medrese uzun bir süre Müslümanlar tarafından daha sonra kurulan medreseler için bir model teşkil etmiştir. Ayrıca şairlerin ve bilginlerin de en etkin hamilerinden birisiydi. Bir tarih ve bir Siyasetname gibi birkaç kusursuz eser telif etmiş olarak bunların arasında itibarlı bir yer edindi. Nizamülmülk içerisinde olmak istemediği bazı hanedan tartışmalarında kötü iddialar yüzünden Melikşah'ın gözünden düştü ve 1092 yılında bir Haşşişi'nin hançeriyle vefat etti.
NİZAMÜLMÜLK (1018 - 1092)
Melikşah da bu korkunç olaydan sonra çok uzun bir ömür sürmemiştir. Aynı yıl içinde hayatının 39.yılında hayatını kaybetti. Selçuklu'nun sınırlarının en geniş olduğu dönem Melikşah dönemidir.
BERKYARUK DÖNEMİ VE TAHT ÇATIŞMALARI
Melikşah'ın dört oğlunun en büyüğü olan Berkyaruk, kardeşlerine karşı yürüttüğü bir dizi mücadelede babasının tahtına çıkmayı başarmış olmakla birlikte, kendisini bu büyük imparatorluğun yükünü tek başına taşıyabilecek kadar güçlü hissetmiyordu. Berkyaruk, 1097 yılında Horasan'ı bu yüzden kardeşi Sencer'e ve kısa bir süre sonra Harzem'i Harizm şahlarının atası Muhammed bin Anuştigin Garça'ya verdi ve kardeşleriyle bir amansız mücadeleden sonra imparatorluğun doğudaki toprakları Azerbaycan'ı ve Irak'ı da 1103 tarihinde yapılan barışın bedeli olarak en küçük kardeşi Mehmed'e bırakmak zorunda kaldı.
MEHMED TAPAR
Berkyaruk'un 1104 yılında ölümünden sonra Selçuklu ünvanını alan Mehmed Tapar, hareketli saltanatının en büyük bölümünü rakiplerine ve vasallarına, aynı soydan gelen Konya sultanlarına ve daha o dönemlerde imparatorluğun tam göbeğinde korkunç bir güce erişen Haşşişilere karşı mücadelelerle geçirdi. Çoğunlukla başarılı bile olsa, bu mücadelelerle kendi gücünü öylesine zayıflattı ki, aynı dönemde batıdan gelerek Suriye'ye zapteden Haçlılara karşı çok zayıf bir direnç gösterebilmiştir. 1118 yılında hayata veda etti ve her yönden tehdit altındaki imparatorluğu ancak kısa bir süre tahtta kalmayı başaran 14 yaşındaki oğlu Ebu'l Kasım Mahmud'a bıraktı.
Haşhaşileri
Sencer Han, kardeşinin ölümünü haber aldıktan sonra kendini sultan ilan ettirdi, güçlü bir orduyla İran'a girdi, Mahmud'u Rey'de kanlı bir muharebede geri püskürttü ve İran'ın küçük bir bölümüyle babasından miras kalan egemenliğin sadece bir gölgesini kazandıran bir barışı kabul etmeye zorladı. Mahmud, bundan böyle Irak'ta amcasının hakimiyeti altında, Musul'un ve Azerbaycan'ın sahibi olan ve aynı zamanda sultan ünvanını taşıyan kardeşi Mesud'la, Suriye'deki Haçlılarla ve ısrarla direndikten sonra, güçlü bir haraç vermeye ve bütün silahlarını teslim etmeye zorladığı Bağdat Halifesi Müsterşid ile sürekli mücadele halinde 13 yıl hüküm sürdü. Mahmud, 1131 yılında vefat etmiştir.
Kardeşinin ölümünden sonra Mesud, Irak'ta hüküm sürmeye başladı ve 1138 yılında kızkardeşi Fatıma'yı Bağdat halifesi ile evlendirerek bu mücadeleleri sona erdirip, karşılığında kazancını ve hükümdarlığıunın işareti olarak adının hutbelerde okunması şerefine erişene kadar halifeye karşı mücadele etti. Fakat Mesud da bu hükümdarlığı sadece Selçuklu Devleti'nin asıl sultanı, yani sultanların sultanı olarak kabul edilen ve Hindistan'ın kuzey sınırında Gur boyundan Behram Şah'a karşı zafer kazanan ve Maveraünnehir'de başkaldıran Semerkand'ı tekrar teslim olmaya zorlayan amcası Sencer Han'ın himayesi altında yürüdü.
Sencer Han 1141 yılında Karahıtaylara (Kitanlar) karşı Maveraünnehir sınırında savaşınca yüzüne gülmemiştir. Korkunç bir savaşta ordusunun sırf ordusunun tamamını değil, bütün eşyalarını ve haremini de kaybetti. Birkaç sadık adamıyla beraber Horasan'a kaçabildi. Bir süre sonra Harizm ihanetini unutmayan Sencer Han Harizm'e girdi ve Harizm Şahı'nı hakimiyeti altına almıştır.
Karahitaylar Moğol kökenli bir kavim
Sencer Han'ın ve Selçuklu Devleti'nin birkaç yıl sonra Oğuzlara karşı aldığı yenilgi tabiri caizse bir hezimettir. Oğuzlar, Karahıtaylar tarafından Kaşgar'dan Horasan'a doğru sürülen ve Bizanslılar tarafından Uz veya Türkmen olarak adlandırılan bir topluluktur. Oğuzlar, bir süreden beri Belh yakınlarında barış içinde yerleşik bir hayat sürüyor ve sadece sürüleriyle ilgilenerek Selçuklu sultanlarına haraç ödüyorlardı, ta ki yönetme hırsıyla yanıp tutuşan Belh Valisi Emir Kamaç 10 bin kişilik bir ordunun başında Oğuzlara saldırdı, Oğuzlar korkunun da verdiği inanılmaz bir savunma ile bir kaç saat içinde valinin ordusunu yok etmiştir. Bu hiddet sadece savaşı kazanmak ile bitmemişti, komşu eyaletlere saldırdılar, yaktılar, yıktılar, savunmasız halka öfkelendirilen barbarlar gibi her türlü şeyi yaptılar. Sencer şah birkaç hafta sonra 100 bin askerle birlikte Belh'e geldi ve yapılanların karşılığını istedi. Barışçıl bir çözüm için başlatılan görüşmeler sonuçsuz kaldı. Oğuzlar barışın bedeli olarak köleler ve büyük paralar teklif ettiler fakat Sencer Şah nihai kararın silahlarla belirlenmesini istedi. Sencer Şah'ın ordusu Oğuzlar tarafından yok edilirken, Sencer Şah kaçmak için zaman bile bulamadı. Dört yıl süren bir esaret boyunca kaderin acımasızlığını hissettiren en amansız düşmanlarına karşı kaybetmiştir. Horasan bu süre içerisinde Oğuzların saldırısına maruz kaldı. Nişabur ve başka birçok önemli şehir Oğuzların hakimiyetine girdi. Talanlar korkunç oldu, Oğuzlar Türklerin henüz İslam'a geçmemiş boylarına aittiler ve bu yüzden Peygamber Hz. Muhammed'e inananları ateşle ve kılıçla putperestliğe döndürmek için gönderildiklerine inanıyorlardı. Sencer Şah'ın en kararlı emirleri ordunun kalanını toplamayı sonunda başarmış ve en azından Nişabur, Tus, Nisa, Rey ve diğer şehirlerin birçoğunu işgalden kurtarmışlardır. Sencer Şah intikamını alamadan Merv'e döner dönmez 73 yaşında ölmüştür.
Sencer Şah'la birlikte İran Selçuklu Devleti'nin ihtişamı ve büyüklüğü bir daha geri dönmemek üzere yok oldu. Bu tarihten sonra artık düzensiz ve küçük beylikler imparatorluğun topraklarında üremeye başlamıştır. Selçukluların İran'da sultan ünvanını taşıyan son hükümdarı, Selçuklu Devleti'nin kurucusu gibi Tuğrul adını taşıyordu ve iktidarı ellerine geçirmelerinden yaklaşık 158 yıl sonra 1195 yılında hayata veda etti.
İRAN SELÇUKLU HİMAYESİNDEN SONRAKİ DURUM
Selçukluların hakimiyeti altındaki toprakların en büyük bölümü o tarihten itibaren önce Harizm, İran'ın tamamı ve Suriye ile Anadolu'nun büyük bir bölümü Moğolların eline geçene kadar, egemenlikleri neredeyse Suriye'nin tamamına ve Anadolu'nun büyük bir bölümüne yayan Harizmşahların eline geçti. Aynı Moğol istilası daha sonra, tarihsel gelişimine asıl amacımıza uygun olarak daha geniş bir yer ayıracağımız Osmanlıların ilk dönemlerine ait tarihine giden yolu bulmak için kökenlerini araştıracağımız Türkiye Selçuklu Devleti'ni de vurdu.
Moğollar ileri yazılarımızda ele alacağımız bir topluluk ve gerçekten Dünya'nın gördüğü en başarılı savaşçılardı çok ayrıntılı olmamakla beraber ele alacağız.
Selçukluların bu yeni kolunun başını Anadolu'yu alacak şekilde genişleten atası, İsrail Bey'in oğlu ve Selçuk Bey'in torunu Kutalmış'tı. Alparslan'ın 1064 yılında İran'daki hükümdarlık yılları sırasında Selçuklu Devleti'nin batıdaki bölgelerinde bağımsız olarak ortaya çıkmaya çalışmış Rey önlerinde Alparslan'ın iştirak ettiği mücadelede yenilince, kaçarken hayatını kaybetmiştir.
NOT
Konumuza burada noktayı koyarken bir dahaki yazımızda Anadolu Selçuklularını ele alacağız. Osmanlıya doğru yavaş yavaş o zamanın tarihini özetleyerek gelmekteyiz. Kaynak olarak kullandığım Zinkeisen, Osmanlı Tarihi adlı mükemmel külliyat, gerçekten çok ayrıntılı ve sıralı bilgileri çok iyi kullanarak konuları ele almaktadır. İlber Ortaylı hocamızın ve gerçek tarihle uğraşan yetenekli hocalarımızın Osmanlı konusunda kaynak olarak önerdiği sayılı kaynaklardan biridir. Hammer, Jorga gibi büyük Osmanlı Tarihçilerinin de külliyatlarını ele alacağız merak etmeyin. Buna göre de karşılaştırmalı tarih yapabilir ve metodolojinizi geliştirebilirsiniz. Ayrıca Ortaylı, İnalcık, Uzunçarşılı gibi büyük hocalarımızın kaynaklarını da kullanacağız.
Kitapların notlarını ele alırken son derece dikkatli okuduğumu ve benim de çok şey öğrendiğimi ayrıca objektif bir dil kullanarak kesinlikle siyasi veya dini olarak herhangi bir saptırma kullanmadığımı biliniz ve içiniz son derece rahat bir şekilde yazılarımı okuyunuz. Unutmayın ki Tarih ya yazıdan önce olduğu gibi materyallere, eşyalara, kalıntılara dayalı olduğu gibi yazıdan sonra da o dönemin yazıtlarına, kitaplarına, kesinliği net olan bilgilere dayanır. Ve kesinliği olmayan bilgileri de belirtir arkadaşlar. Keyifli okumalar, bilgiyle ve sevgiyle kalın.
KAYNAKÇA: ZİNKEİSEN, OSMANLI İMPARATORLUĞU TARİHİ 1.CİLT
ENG WİKİPEDİA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder